Friday, March 27, 2015

Unutuluş Melekleri'nin Hikayesi



   İsimlerinden de anlaşılacağı üzere Dünya tarihindeki hiçbir kabilenin uygarlığın, milletin ya da devletin  farkında olmadığı meleklermiş Unutuluş Melekleri. Bilenler bilmeyenlere anlatmamışlar ve bilenler zamanla öldükçe; melekler bilinirliklerini yitirmişler belki de. Bunu hiçbir zaman bilememiş bu hikâyeyi bilip nesillerce anlatan 'bilenler'. Bu sebeplerden ötürü 'bilenler' -ki biz onlara bu hikâyede bilenler diyeceğiz- onlara aynı zamanda Unutulmuş Melekler de derlermiş. Çünkü unutulmuş meleklermiş onlar...

   Melek olmalarından da anlaşılacağı gibi bulutların üzerinde yaşarmış Unutuluş Melekleri. Sıradan bulutlar değilmiş yalnız; kümülüs bulutları olmalıymış özellikle. Nedenini ne onlar ne de bilenler bilirmiş. Havanın güneşli olduğu vakitlerde güneş bu kümülüslerin altına vurmazmış ve bu yüzden gri görünürmüş dünyadaki bilenlere bulutlar. O zaman anlarmış bilenler meleklerin uyandığını. Çünkü melekler bir tek bulutlara güneş vurduğunda gösterirmiş kendini bilenlere. Güneşli havalarda bilenlere bakan yüzü gri olan bembeyaz kümülüslerden sızan huzmelerle yeryüzüne değermiş melekler. Yeryüzünde hiç bitmeyen ve sonsuza kadar devam edecek görevlerini yapar ve sonra güneşli havaların bitmesine yakın grileri beyaza döndüğünde bilenlere yakın yüzü bulutların; gidermiş melekler.
   
   Yeryüzüne değmelerinden anlaşılacağı üzere görevleri varmış meleklerin. Masum herhangi bir varlık yeryüzüne değiyorsa ve gitmeyi bekleyecek kadar uzun katlanıyorsa buna; mutlaka en az bir görevi olduğuna inanırmış bilenler. Meleklerin masum olduğuna da inanırlarmış. Kendileri de masummuş çünkü. Sadece kendileri bilirmiş neyin masum olduğunu çünkü onların masumuymuş o ve onların bilen olmasının ehemmiyeti bundanmış. Yalnız kendilerinin bildiği bu meleklere ve henüz yeni doğanlara masum dermiş bilenler. Çünkü yeni doğanları masumlaştıranın da melekler olduğunu bilirlermiş. Meleklerin görevi buymuş. Yeni doğanları izlerlermiş beyaz kümülüslerin üzerinden ve vaktin gelmesini beklerlermiş. Ne zaman bilenlere bakan yüzü gri olursa bulutların o zaman hava güneşli demekmiş ve güneşli havalarda huzmelerle inerlermiş melekler. O zaman yeni doğanlara dokunma zamanıymış ve bilenler bunu da bilirlermiş. Beklerlermiş meleklerini ve yeni doğanları melekler için kucaklarında olurmuş. Melekler huzmelere sıkı sıkıya tutunurmuş tek elleriyle. Diğer elleri yeryüzüne uzanırmış yeni doğanlar için. Üst dudaklarının burunlarıyla arasına ince ve narin parmaklarını en az huzmeler kadar belli belirsiz dokundururlarmış; yeni doğanların.

   İsimlerinden de anlaşılacağı üzerine unutsunlar diye yaparmış melekler bunu. Yeni doğmadan önce ne varsa yasakmış yeryüzünde. Geleceği hatırlamak ve yeni doğmadan önceki geçmişi hatırlamak ve bilenlerin bu hikâyeyi anlatırken hatırlayamadıkları bazı şeyleri daha hatırlamak yasakmış. Her yeni doğanın yeni doğmadan önceki geçmişinde bir Unutuluş Meleği olurmuş. Meleklerin yeni doğanlara unutturduğu şeylerden biri de buymuş ve bunu da bir tek bilenler bilirmiş. Her Unutuluş Meleği doğmadan önce bir de orada dokunurmuş yeni doğanına burnuyla dudağı arasında kalan yerden. Bunun bir önemi yokmuş aslında unutuluş açısından. Bilenler masum olan şeylerin yeryüzüne inmeden böyle vedalaştıklarına inanırlarmış aralarında. Yeni doğanların unuttukları şeylerden biriymiş bu da.

   Bilenlerin varlığından da anlaşılacağı üzere hepsi unutmazmış yeni doğanların. Bazı melekler masum olmadıklarından mıdır güçleri kalmadığından mıdır bilinmez sıkı sıkıya tutunmazlarmış huzmelerine ve öylece dokunurlarmış yeni doğanlarına. Böyle yeni doğanlar unutmazlarmış. Unutulmuş Melekler olurmuş o melekler. Ve böyle yeni doğanlar, ‘bilenler’ olurlarmış büyüyünce. Çünkü onlar unutmazmış. Geleceği, yeni doğmadan önceki geçmişi ve kendilerinin o anda hikâyeyi anlatırken hatırlayamadığı şeyleri de; unutmazlarmış.

   Huzmeler silindiğinde, gri rengi beyaza döndüğünde yeryüzüne bakan kısmı kümülüslerin ve melekler çekildiğinde yeryüzünden; masum olmayan hiçbir şey kalmazmış. Yeni doğanlar hatırlamazlarmış yeryüzünde hatırlanması yasak olan şeyleri,  bilenler hatırlarmış elbet ama kendileri de masummuş çünkü kimse bilmezmiş onların unutmadığını.

  Yağmurlardan da anlaşılacağı üzere bazen ağlarmış Unutulmuş Melekler. Huzmelerine sıkı sıkıya tutunamayan meleklermiş onlar. Şaşırmazlarmış ağlamalarına çünkü çok iyi bilirmiş ki bilenler; masum olan şeyler hata yapmayı sevmezler.

Thursday, March 26, 2015

Her şeyin en yoğun olduğu halden her şeyin en yoğun olduğu hale doğru.

   Gittikçe daha iğrenç şeyler hissetmeye başlıyorum. Diğer insanlarda görüp de yadırgadığım hatta nasıl hissettiklerine şaşırdığım şeylerin hepsini dışarıdan bakınca kendimde görüyorum. Bir hayvan gibi duygularım kısırlaştırıldı ve köreldim. Giderek evrimleştim. Evrimleştirildim. Her şeyin en yoğun olduğu halden her şeyin en yoğun olduğu hale doğru. Giderek nefrete ve kine dönüşmeye başladı her şey. Aşktan ve sevgiden evrilerek.  Bittiğini düşünmek kurtulma hissi verip ferahlatmıyor artık içimi; bir şeyler yapma isteği doğuruyor. Tanımadığım bir his bu ama eminim bu bana hissettirdiklerinin karşılığını verme isteği. İntikam isteği. Kin, nefret ve diğer tüm pis şeyler. ''İğrenç bir insanın hissettikleri.'' Benim eski düşüncelerim... Şimdi derisi acı yüzünden ve acıya karşı ne kadar çok kabuklaşırsa bir insanın o kadar nefrete ve kine dönüşebileceğini anlıyorum zamanla. Hisleri değil kendisi olur insanın. Kendisi kinin ve nefretin bedene bürünmüş hali olurmuş zamanla. Ben daha olmadım. Hala merhamet var içerilerde bir yerlerde ama biliyorum olacak. Her seferinde güzel günler takviminden bir dal uçup gidiyor gözlerimin önünden. Hepsi nefret hanesine buruşturulup atılıyor. 
   Beklediğim ne? Kendimi mi test ediyorum yoksa eğer geçersem ne yapacağımı mı bilmiyorum? Yoksa hayatta acıdan başka bildiğim bir şey yok da diğer hisleri kaldıramamaktan mı korkuyorum? Yeni başlanmış bir hayatla biraz yaşanmış bir hayat arasındaki farkı anlamak ve buna rağmen henüz yeni başlanmış bir hayattaymış gibi davranamamak mı bitiriyor beni yoksa buna izin vermeyenin sen olduğunu bilmek mi? Yoksa çok fazla yaşanmış bir hayat mı benimki? Artık neler için imkân yok neler geride kaldı ve neler var ileride diye soramamak çünkü her şeyi bilmek. Sonunu bildiğin bir filmin farklı bir sonla uyarlanmış halini izlemek. Hayal kırıklığı.
   Anneme bakıyorum. Nasıl bu hale geldin sen? Bedenin beden değil. Saçların bacakların ellerinle bir kadın vücudu değilsin sen. Sen baştan aşağı nefret olmuşsun. Çünkü aynı yollardan geçtik ve geçiyoruz. Nasıl bu kadar aynı olabilir bir insanın içinde hapsolmanın insanı evrimleştirmesi. Nasıl küçük bir zaman bu kadar büyük şeyleri alır içine ve kusar içimize. 
   Ben nasıl bu kadar çok oldum. Nasıl bu kadar büyüttüm bunları içimde. Ne kadar sustum. Neden katlandım bunlara ve neden büyümene izin verdim senin. Nasıl bir aşktı bu. Kimse görmedi ama oradaydı. Sen bile görmedin. Beraber yaşadık ama beni görmedin hiç öyle mi? 
   Peki sen? Sen kaybolmuş bir hayatın milyarlarca soru işaretini bir anda yok edip nasıl böyle merkezde dev bir soru oldun da ben hiçbir şey göremez oldum. Benden başka hayatların gelecek zamanlarına ait cümlelerin misafir öznesi olduğunda senin adın, belki sadece yoldan geçerken uğradığında, belki arada sokaklar olduğunda, belki sen o cümlede sadece bir ihtimal olduğunda; vaziyetler böyleyken bile ağlayabilirdim ben eskiden. Şimdi sen kurduğunda bir cümle, başka misafirleri ağırladığında cümlende ya da yoldan geçen misafirlere selam verdiğinde ya da fiil çekinince birinci çoğul şahıs çekiminden; vaziyet böyleyken de ağlayamıyorum ben. Senin cümlelerin bana romanlar yazdırıp sildirirdi eskiden. Şimdi boş sayfaya döküp mürekkebin şekil almasını bekliyorum ve gülüyorum kendime olmuyor çünkü kendisi şekil almıyor elbette. Sessizlik bizimle buluşmam için fırsatlar olduğunu hatırlatırdı bana eskiden. Şimdi yalnızlığımdan korkarak yaşamaya alışmam gerektiğini hatırlatır oldu ve ağlıyorum kendime çünkü yalnızlığa alışılmıyor elbette. Karanlık bize ait olabilecek bir evin huzurunu hissettirirdi insanlar yoktu çünkü karanlıkta sesleri ve düşünceleriyle. Şimdi artan karanlık soğuğu getirdi beraberinde ve soğuk havaydı aynı zamanda, havada insanların nefesleri ve nefeslerine karışmış düşünceleri vardı ve bu kez sadece durdum kendime düşünceler nefeslerdedir elbette. Ne zaman oldu bunlar? Yaşarken eski halime dönememek üzere değiştiğimi sandığım o zamanlardan, eskisinden daha ‘’çok’’ olduğuma şaşırdığım bu zamanlara kadar kaç gün geçti bu kadar çabuk. Bu birkaç gün ne kadar yara bıraktı bende ve neler götürdü benden. Her şeye öyle nokta koydum ki birkaç gün içinde. Öyle şeyleri bitirdim ki. 

   O kadar dışarıdayım ki içeriyi göremiyorum. Karanlığından belki, artık bakmaya cesaret edemiyorum. O kadar kalabalık ki. O kadar çok ses var ki. Her şey var artık. Benim bile bilmediğim her şey var. Bir tek ben yokum. Bana ait hisler yok. Konuşmalar ve görüntüler var ama bir değiller. Ve her şeyi görüyorum. Nasıl biteceğini ve nasıl başladığını. Ama bu bir şey değiştirmiyor. Engelleyemiyorum. Güç de içeride bir yerlerde ve ben onu da bulamıyorum.
   Yol yok. Çıkış yok. Kaçış yok. Hapsoldum.