Gittikçe daha iğrenç şeyler hissetmeye başlıyorum. Diğer insanlarda görüp
de yadırgadığım hatta nasıl hissettiklerine şaşırdığım şeylerin hepsini
dışarıdan bakınca kendimde görüyorum. Bir hayvan gibi duygularım
kısırlaştırıldı ve köreldim. Giderek evrimleştim. Evrimleştirildim. Her şeyin
en yoğun olduğu halden her şeyin en yoğun olduğu hale doğru. Giderek nefrete ve
kine dönüşmeye başladı her şey. Aşktan ve sevgiden evrilerek. Bittiğini
düşünmek kurtulma hissi verip ferahlatmıyor artık içimi; bir şeyler yapma
isteği doğuruyor. Tanımadığım bir his bu ama eminim bu bana hissettirdiklerinin
karşılığını verme isteği. İntikam isteği. Kin, nefret ve diğer tüm pis şeyler.
''İğrenç bir insanın hissettikleri.'' Benim eski düşüncelerim... Şimdi derisi
acı yüzünden ve acıya karşı ne kadar çok kabuklaşırsa bir insanın o kadar
nefrete ve kine dönüşebileceğini anlıyorum zamanla. Hisleri değil kendisi olur
insanın. Kendisi kinin ve nefretin bedene bürünmüş hali olurmuş zamanla. Ben
daha olmadım. Hala merhamet var içerilerde bir yerlerde ama biliyorum olacak.
Her seferinde güzel günler takviminden bir dal uçup gidiyor gözlerimin önünden.
Hepsi nefret hanesine buruşturulup atılıyor.
Beklediğim
ne? Kendimi mi test ediyorum yoksa eğer geçersem ne yapacağımı mı bilmiyorum?
Yoksa hayatta acıdan başka bildiğim bir şey yok da diğer hisleri
kaldıramamaktan mı korkuyorum? Yeni başlanmış bir hayatla biraz yaşanmış bir
hayat arasındaki farkı anlamak ve buna rağmen henüz yeni başlanmış bir
hayattaymış gibi davranamamak mı bitiriyor beni yoksa buna izin vermeyenin sen
olduğunu bilmek mi? Yoksa çok fazla yaşanmış bir hayat mı benimki? Artık neler
için imkân yok neler geride kaldı ve neler var ileride diye soramamak çünkü her
şeyi bilmek. Sonunu bildiğin bir filmin farklı bir sonla uyarlanmış halini
izlemek. Hayal kırıklığı.
Anneme
bakıyorum. Nasıl bu hale geldin sen? Bedenin beden değil. Saçların bacakların
ellerinle bir kadın vücudu değilsin sen. Sen baştan aşağı nefret olmuşsun.
Çünkü aynı yollardan geçtik ve geçiyoruz. Nasıl bu kadar aynı olabilir bir
insanın içinde hapsolmanın insanı evrimleştirmesi. Nasıl küçük bir zaman bu kadar
büyük şeyleri alır içine ve kusar içimize.
Ben nasıl bu kadar
çok oldum. Nasıl bu kadar büyüttüm bunları içimde. Ne kadar sustum. Neden
katlandım bunlara ve neden büyümene izin verdim senin. Nasıl bir aşktı bu.
Kimse görmedi ama oradaydı. Sen bile görmedin. Beraber yaşadık ama beni
görmedin hiç öyle mi?
Peki
sen? Sen kaybolmuş bir hayatın milyarlarca soru işaretini bir anda yok
edip nasıl böyle merkezde dev bir soru oldun da ben hiçbir şey göremez
oldum. Benden başka hayatların gelecek zamanlarına ait cümlelerin misafir
öznesi olduğunda senin adın, belki sadece yoldan geçerken uğradığında, belki
arada sokaklar olduğunda, belki sen o cümlede sadece bir ihtimal olduğunda;
vaziyetler böyleyken bile ağlayabilirdim ben eskiden. Şimdi sen kurduğunda bir
cümle, başka misafirleri ağırladığında cümlende ya da yoldan geçen misafirlere
selam verdiğinde ya da fiil çekinince birinci çoğul şahıs çekiminden; vaziyet
böyleyken de ağlayamıyorum ben. Senin cümlelerin bana romanlar yazdırıp
sildirirdi eskiden. Şimdi boş sayfaya döküp mürekkebin şekil almasını
bekliyorum ve gülüyorum kendime olmuyor çünkü kendisi şekil almıyor elbette.
Sessizlik bizimle buluşmam için fırsatlar olduğunu hatırlatırdı bana eskiden.
Şimdi yalnızlığımdan korkarak yaşamaya alışmam gerektiğini hatırlatır oldu ve
ağlıyorum kendime çünkü yalnızlığa alışılmıyor elbette. Karanlık bize ait
olabilecek bir evin huzurunu hissettirirdi insanlar yoktu çünkü karanlıkta
sesleri ve düşünceleriyle. Şimdi artan karanlık soğuğu getirdi beraberinde ve
soğuk havaydı aynı zamanda, havada insanların nefesleri ve nefeslerine karışmış
düşünceleri vardı ve bu kez sadece durdum kendime düşünceler nefeslerdedir
elbette. Ne zaman oldu bunlar? Yaşarken eski halime dönememek üzere
değiştiğimi sandığım o zamanlardan, eskisinden daha ‘’çok’’ olduğuma şaşırdığım
bu zamanlara kadar kaç gün geçti bu kadar çabuk. Bu birkaç gün ne kadar yara
bıraktı bende ve neler götürdü benden. Her şeye öyle nokta koydum ki birkaç gün
içinde. Öyle şeyleri bitirdim ki.
O
kadar dışarıdayım ki içeriyi göremiyorum. Karanlığından belki, artık bakmaya
cesaret edemiyorum. O kadar kalabalık ki. O kadar çok ses var ki. Her şey var
artık. Benim bile bilmediğim her şey var. Bir tek ben yokum. Bana ait hisler
yok. Konuşmalar ve görüntüler var ama bir değiller. Ve her şeyi görüyorum.
Nasıl biteceğini ve nasıl başladığını. Ama bu bir şey değiştirmiyor.
Engelleyemiyorum. Güç de içeride bir yerlerde ve ben onu da bulamıyorum.
Yol yok. Çıkış yok. Kaçış yok. Hapsoldum.