Sen nesin? Nereden geldin? Biz bu gezegene ne yapmaya geldik? Herkesin bir görevi mi var, yoksa gerçekten bunu böyle tasarlayan birileri; bir tanrı mı var? Niye geldin? Niye tanıdım seni? Ne yapacaksın bana? Birbirimizden almamız gereken ne var? Yaşamamız gereken neler var? Daha bilmediğimiz ne var? En büyük çember bütün evrenler olduğuna göre; çemberin dışında kim var? Bütün bunları bize yaptıran, söyleten, düşündüren... Bir ışık süzmesi mi? bir şey olamayacak kadar sıvı mı?
Milyonlarca fikir var. Ve bence hepsi renksiz hayaletler gibi uzay boşluğunda oradan oraya sürükleniyor. Sadece hep bende kalacağına emin olduğum bir fikir, o hiç çıkmıyor içimden. Damarlarımdan birine tutunmuş kanserli bir hücre gibi; oksijenin nasıl koktuğunu ne zaman merak etsem büyümeye, çoğalmaya devam ediyor. Bir gün o kadar büyüyecek ki; sorduğum diğer bütün soruları ve çemberimin kalan kırıntılarını ve diğer tüm insanları ve boşluğu yutacak. Yok edecek. O düşünce çok ağlatıyor beni. Adını bilmiyorum. Ama ne zaman içime düşse odama kapanıyorum çünkü titreme alıyor. Deliyim dediğimde inanmıyorlar, biliyorum ama bu böyle. Ve o düşünce geldiğinde kontrol edilemez bir istek oluyor. İstiyorum ki; tanımı yapılabilecek hiçbir 'şey' bulunmayan hiçbir yerde tek başıma kalayım. Bir düşün; uzay boşluğu bile aslında boşluk değilmiş biliyor musun? Negatif enerji dedikleri lanet şeyle dolu. İşte ben o düşünce geldiğinde; uzay boşluğundan ve diğer tüm boşluklardan daha boş, bomboş olmak istiyorum. 'boş' bile olmayacak kadar...
Bu imkânsız mı? Biliyorum, değilse bile yakın. Ama bir gün olacak. Sanırım o gün normal insanlar bana beyaz önlüğü giydirecekler ama... O kadar mutlu olacağım ki. Kendimi bulmuş gibi. Var olmak ve yok olmak... Hem de aynı anda, aynı yerde.
Korkmuyorsun değil mi? üzgünüm. Ben yolda yürürken, yemek yerken, nefes alırken... Hep böyleyim. Bu beyin hiç diğerleri gibi olamıyor. Üzülüyorum. Onlar gibi olmak istiyorum. Bak anlamaya çalış bunu; sanki bir bilgisayar oyununun içindeyim ve onlar programlanmış gibiler. Ana beyin tarafından yönetiliyorlar. Bense, sihirli dizilerde olur ya; bilgisayar oyununun içine gönderilen insan... Onun gibiyim. Anlıyor musun? Yürürken şüpheleniyorum. Mavi renk bana kafayı yediriyor. Emin değilim, mavi aslında yok. Hiçbir renk yok. Herkes aynı zannediyor renkleri çok salaklar, değil. İnan bana değil. Dikkatli baktığımda görüyorum her şey şeffaf. Gökyüzünün aslında mavi olmadığını öğrendiğimde günlerce ağladım. Denizlerden yansıdığına inanmıyorum. Çünkü her şey şeffaf. Büyük çembere bu kadar rengi yansıtabilecek bir şey yok. Turuncuya inandırmaya çalıştım kendimi... Ama o da şeffaf.
Her şey şeffaf ve saydam.
Bu yüzden bunları sorunca aynada kendimi göremiyorum...
Bambaşka evrenler görmek isterdim. Sorular sormadığım. Kendi boşluğumu aramadığım, renklerin olduğu farklı evrenler. O zaman da ben; ben olur muydum?
Bilmiyorum. Diğer her şey gibi.''
Sen de okuyor musun? Hep seni sevdiğim için yazmıştım bunları. Haberin olsun.