Wednesday, February 27, 2013

Çıtlayan Kozalakların Kırmızı Sesleri ve Yeşil Kokuları.

  Kendimi ait hissedebileceğim bir çocukluğum olmamış. Olmadı.
  Hatırlanan sahneler kötü,yalnızca kötü. Geri dönmek isteyeceğim bir geçmiş, bir gün öncesi yok.Hiç bir yere ait olmayışım,göçebe ruhumdan değil, göçebe geçmişimden. Zamandan zamanlara göçen....Hiç bir zamana ait değilim.Hiç bir yere ait değilim. Belki sadece deniz. Deniz olsun, sen ol. Deniz olsun ama,olmazsa...boğulurum. Sen olmadan da öyle.Geçmişin geçmişim olsun. Bana ait olan ne varsa (ne varsa) zaten senin...
Senin sadece bambaşka yerlerdeki bambaşka çocuklukların benim olsun.

Saturday, February 9, 2013

Mars'a Çarpmayan Kuyruklu Yıldız Adına

   Yazmak istemiyorum.
   Buna değen bir milyon tane 'şey'in arasından hiçbiri öne çıkmıyor. Beynim, Büyük Kanyon'u ve aynı anda bir kaç büyük şeyi daha içine alabilecek büyüklükte bir çukur; ve ben her kürekte boşa salladığım bileğimin acısını yaşıyorum. Sanki savurduğum her darbe büyük harabeyi doldurmak yerine, geri döndürülemez bir pozitif enerji çukuru yaratıyor.
   Ve bu çukurdan milyarlarca var.
   Su kadar sakin değil elbet. Tabi ki değil... Lav olmalı. Böyle bir karmaşayı yaratabilmek için sıcak; sıcak olmak için ta derinden,magmadan kopup gelmiş olmalı. Ya da Venüs. Aşk tanrısı...
   Kendim yaratmadım. Tıpkı evren gibi bilgim dahilinde değildi. Belki de öyleydi. Ve belki yaratılış oyununun açılış perdesinde bir melek, bir unutuluş meleği geldi. Ve beni unuttu. Bu yüzden ben unutmadım. Bu yüzden hatırlıyorum her şeyi...
 
   Çukuru.
   Lavları.
   Sıcağı...
 
   Her çukur, zamansızlıkla birlikte yaratılmadıysa, kendi hacmine eşdeğer bir tepe yaratır.
   Peki ya tepe? Onu neden hatırlamıyorum...
 
   Geleceği neden hatırlayamıyorsam, aynı sebepten olacak.