Thursday, October 18, 2012

Jack ya da Jolina


   ...Keşke söndürselermiş o zaman bütün sokak lambalarını. Jolina rahatsız oldu ışıklardan. Her zamankinden farklı ama tanıdık kıdemde ürkek bakışlarıydı bunlar. Üzerimden daha sonraları da silip atamayacağım kalınlıkta, gece gece parlıyorlardı göz bebekleri. Oldukça sağlamdı öz güveni. Az sonra, evet yani elindeki zarif, viskiyle dolu bardağı hemen önündeki bara bıraktıktan sonra; gül kurusu, iri dudaklarını aralayıp sessiz bağıracaktı. Oynayacaktı ölüm kozunu. Jack susmuş, ürkek bir sincap gibi düş perdelerinde yarattığı ağaç dallarına saklanıyordu. Yok, yok hayır. Sözcükleriydi gazabından sığındığı. Jolina'nınkiler...
   Soğuk ve yakıcıydı.
   Üşüdüğünü fark ettiğinde her şey için olmasa da bir takım ehemniyetli şeyler içi haddinden fazla geç kalmıştı Jolina. 
   Hayır ama, asla Jack'in düşündüğü gibi hızlı ve sessiz olmamıştı bu. Çark öyle bir döndürülmüştü ki; öyle hırsla itelenmişti ki kutsal bakirenin varisi Jolina tarafından; bunu durdurmaya ne Jack'in gücü yetebilirdi...
   Ne de.
   Ne de o sırada sağda solda bir kaç viski bardağının kırılmasından yakınan, bu sayının artmasından tüm benliğiyle çekinen garson. Ha siktir! Jolina çoktan bir tane daha kırmıştı bile...
   Bu dişilik karşısında bile tam anlamıyla 'öylece' duruyordu Jack. Hiç bu kadar 'öylece' duranını görmemiş gibiydi... Aptal garson!
   Kişi sayısı olarak da ne 'fena değil' denebilecek kadar iyiydi mekan; ne de olanca alkolü sineklere kaptırmaya niyetliydi üç-beş müdavim!
   O gün oraya bunları söylemek için gelmemişti Jolina. Jack buna inanıyordu. Böyle iyi hissediyordu. Kendini kandırıyordu işte! Sokak lambaları kapanmadığından- bir türlü-, akli sikinde garson bardaklara bakıp ağladığından oldu bütün bunlar... Islak, davetkar ve görünmez, gül kurusu ve artık incecik kalan dudaklarından sırf bu yüzden dökülmüş olmalıydı o tümceler. Hay bin!
 Şimdi yalnız ve yalnızca birbirleri dışında kalanların auraları renkliydi onların gözünde. Kendileri siyah beyazdı. Ancak öyle renklere büründü ki Jack ve Jolina'nın gözyaşları...
   'Gitmek gerek' dediği vakit, Jolina.
   Usulca, usluca, içinde kopan fırtınalarca, 'Sen mi, ben mi?' diyebildi Jack. Kısa boyluydu, ama aşkına sadıktı!
Jolina elindeki kadehi; parmağındaki yüzüğün dişiliğine kattığı zerafetle garsona-aptal olan-cakasını satmak, repliklerini söylemek,oradan hızla defolmak istediğini söylercesine vitale masanın yüzeyine vurdu. Sesliydi. Nasıl olurda hiç konuşmadan böyle çok şey anlatabiliyordu?!
   
   Ve Jolina sahnede yerini aldı. Şöyle bir toparlandı ve artık son tiradına giriyordu... Hiç bu kadar kısa olmamıştı.
   Tiradın sonunda sokak lambaları hala sönmemişti. Göz bebekleri kavrulan Jck'in yüreğindeki ateş gibi korla yanıyorlardı. Ve hala rahatsız edicilerdi. Çoktan oradan uzaklaşan Jolina için bile!

   Garson,
             artık ağlamıyordu. 


No comments:

Post a Comment