...Keşke söndürselermiş o zaman bütün sokak
lambalarını. Jolina rahatsız oldu ışıklardan. Her zamankinden farklı ama
tanıdık kıdemde ürkek bakışlarıydı bunlar. Üzerimden daha sonraları da silip
atamayacağım kalınlıkta, gece gece parlıyorlardı göz bebekleri.
Oldukça sağlamdı öz güveni. Az sonra, evet yani elindeki zarif,
viskiyle dolu bardağı hemen önündeki bara bıraktıktan sonra; gül kurusu, iri
dudaklarını aralayıp sessiz bağıracaktı. Oynayacaktı ölüm kozunu. Jack susmuş,
ürkek bir sincap gibi düş perdelerinde yarattığı ağaç dallarına saklanıyordu.
Yok, yok hayır. Sözcükleriydi gazabından sığındığı. Jolina'nınkiler...
Soğuk ve yakıcıydı.
Üşüdüğünü fark ettiğinde her şey için olmasa da
bir takım ehemniyetli şeyler içi haddinden fazla geç kalmıştı Jolina.
Hayır ama, asla Jack'in düşündüğü gibi hızlı ve
sessiz olmamıştı bu. Çark öyle bir döndürülmüştü ki; öyle hırsla itelenmişti ki
kutsal bakirenin varisi Jolina tarafından; bunu durdurmaya ne Jack'in gücü
yetebilirdi...
Ne de.
Ne de o sırada sağda solda bir kaç viski
bardağının kırılmasından yakınan, bu sayının artmasından tüm benliğiyle çekinen
garson. Ha siktir! Jolina çoktan bir tane daha kırmıştı bile...
Bu dişilik karşısında bile tam anlamıyla
'öylece' duruyordu Jack. Hiç bu kadar 'öylece' duranını görmemiş gibiydi...
Aptal garson!
Kişi sayısı olarak da ne 'fena değil'
denebilecek kadar iyiydi mekan; ne de olanca alkolü sineklere kaptırmaya
niyetliydi üç-beş müdavim!
O gün oraya bunları söylemek için gelmemişti
Jolina. Jack buna inanıyordu. Böyle iyi hissediyordu. Kendini kandırıyordu
işte! Sokak lambaları kapanmadığından- bir türlü-, akli sikinde garson bardaklara
bakıp ağladığından oldu bütün bunlar... Islak, davetkar ve görünmez, gül kurusu
ve artık incecik kalan dudaklarından sırf bu yüzden dökülmüş olmalıydı o
tümceler. Hay bin!
Şimdi yalnız ve yalnızca birbirleri dışında kalanların
auraları renkliydi onların gözünde. Kendileri siyah beyazdı. Ancak
öyle renklere büründü ki Jack ve Jolina'nın gözyaşları...
'Gitmek gerek' dediği vakit, Jolina.
Usulca, usluca, içinde kopan fırtınalarca, 'Sen
mi, ben mi?' diyebildi Jack. Kısa boyluydu, ama aşkına sadıktı!
Jolina elindeki kadehi; parmağındaki yüzüğün dişiliğine
kattığı zerafetle garsona-aptal olan-cakasını satmak, repliklerini
söylemek,oradan hızla defolmak istediğini söylercesine vitale masanın yüzeyine
vurdu. Sesliydi. Nasıl olurda hiç konuşmadan böyle çok şey anlatabiliyordu?!
Ve Jolina sahnede yerini aldı. Şöyle bir
toparlandı ve artık son tiradına giriyordu... Hiç bu kadar kısa olmamıştı.
Tiradın sonunda sokak lambaları hala sönmemişti. Göz bebekleri
kavrulan Jck'in yüreğindeki ateş gibi korla yanıyorlardı. Ve hala rahatsız
edicilerdi. Çoktan oradan uzaklaşan Jolina için bile!
Garson,
artık
ağlamıyordu.
No comments:
Post a Comment